Diyetisyen İnci Beyza Yürekli’nin dengeli beslenme üzerine yazdığı makale, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Sosyal Bilimler ve Tıp Klübü’nün yayımladığı Mahlukat Dergisi Şubat-Mart 2017 Sayısı’nda yer aldı. Yazı aşağıda yer almaktadır:

Mahlukat Dergisi Şubat-Mart 2017 | Ağırlık Merkezi

Yaşamımızın temeli beslenmeye dayanır. Yemek yerken öncelikli amacımız enerji almak ve hayatta kalabilmektir. Tarih boyunca bu zorunluluk kültüre dönüşmüş ve her toplumda kendi ritüellerini oluşturmuş; tebabete uzanmış, sağlığımızla doğrudan ilgili olduğu saptanmış ve sadece açlığımızı gidermek için gerçekleştirdiğimiz bir eylemin çok daha ötesine geçmiştir.

Beslenmenin tarihi insanlık tarihinin de ötesindedir. Diğer canlıların da kendi beslenme şekillerine göre yemeleri gereken ve kaçınmaları gereken besinleri ayırabildiklerini biliyoruz. İnsanlık tarihinde de aynı şekilde deneme yanılma yöntemi ile kazanılan tecrübeler ve bilimin gelişmesiyle birlikte beslenme bilgisi de gün geçtikçe artmıştır. Tıbbın babası Hipokrat’ın “Besinler ilacınız, ilacınız besinler olsun” ve “Diyetle tedavi edebileceğiniz hallerde ilaç tavsiye etmeyiniz.” sözleri de beslenmenin sağlık açısından önemini ciddi bir şekilde vurgulamaktadır. 11. yüzyıla gelindiğinde tıp alanında kendi literatürlerini oluşturmuş bir imparatorluk olan Çin İmparatorluğu’nda bir doktorun “Hastasını diyetle tedavi eden ilaçla tedavi eden daha üstündür.” dediği bilinmektedir. 1899 yılına kadar tıbbın ve eczacılığın içerisinde gelişen beslenme bilimi Amerika Birleşik Devletleri’nde tanımlanmış ve beslenme bilim dalının uygulayıcıları olacak kişileri “diyetisyen” adı ile tanımlanmıştır.

Beslenme biliminin temel amacı insanların yeterli ve dengeli bir şekilde beslenebilmelerini sağlamaktır. Bunu da insanların kültürüne, yaşam tarzına ve sağlık durumuna uygun olarak yapmaktır. Kültürden gelen beslenme alışkanlıkları bu kriterlerin belki de en önemlisidir. Yaşadığınız topraklarda yetişmeyen bir besine ulaşmanız ya da sofranızda pişmeyen bir yemeğin tadına varmanız pek de kolay değildir. Uzak Doğu’da pirince dayalı beslenme şeklinin, denize kıyısı olan bölgelerdeki balık tüketiminin, tarımın yapılamadığı bölgelerde hayvansal kaynaklı besin tüketiminin fazla olması bu durumun örneklerindendir. Bununla birlikte inançlarınızın da beslenme şekliniz üzerindeki etkisi yadsınamayacak kadar önemlidir. Hindistan’da inek/sığır etinin yenmemesi, Yahudilerin et ve süt ürünlerini aynı anda tüketmemesi, yine Yahudilerin ve Müslümanların domuz eti tüketmemesi gibi… Bir süreliğine besin alımını kısıtlamak ya da tamamen kesmek, bazı besinlerden kaçınmak ya da bazı dönemlerde bazı besinleri daha çok tüketmek de beslenmenin kültürel ve dini ritüellerindendir.

Kültür ve inanışların dışında karınlarını doyuramayacak kadar yokluk çeken bir Afrika kıtası ile zihinlerini doyuramadıkları için doğal yağ oranlarının sınırlarını aşan ve diğer dünya ülkelerini de yanına çekmeye çalışan bir Kuzey Amerika kıtası var. Gelir dağılımının dünya üzerindeki dengesizliği insanların yaşayabilmek için bile beslenememesine neden olurken bir yandan obezite ile mücadele ediyor oluşumuz tirajikomik bir durum yaratmaktadır. Dünyanın problemi açlık olması gerekirken “aşırı yiyen” insanları durdurmaya çalışmak olmaktadır. Amerika’da insanların fazladan yediği her bir öğünün Afrika kıtasına gönderilmesi bile bu sorunu çözebilecekken hala böyle bir durumun varlığının asıl problemi ne olabilir? İnsanların düşüncesiz ya da kötü olması mı? Gerçekten çözülmek istenmemesidir belki de asıl problem.  Yani besini alabilene olabildiğince çok satmak ve alamayanı hiç umursamamak… Alıcı tarafındansa durum, vücudu değil zihni doyuramamak. İhtiyaçtan fazlasını almak, ihtiyaçtan fazlasını tüketmek, tüketemediğini de israf etmek. Üretimin olmadığı alanlarda üretimi teşvik etmektense kısıtlı alanlarda verimi artırmak amacıyla besinlerin üzerinde oynamak, sağlık üzerindeki etkilerini tam olarak araştırmadan bu uygulamaları gerçekleştirmek, zaten aşırı beslenen toplumların sağlığını daha ileri boyutlarda tehdit etmektedir.

Dünya haritasını önümüze alıp, dünyayı düz bir levha olarak ele aldığımızda ağırlık merkezi neresi olur sizce? Sadece insanları ağırlık olarak kabul ettiğimizde neresi olur peki? Tarıma elverişli olduğu halde tarımın olmadığı alanlar, tarım yapmak için yakılan ormanlar hangi ülkelerdedir? Dünya üzerindeki beslenme dengesini kurabilmemiz için öncelikli olarak yapmamız gereken şey farkında olmak ve diğer insanlara da farkındalık kazandırmak. Eğitim ise temel şart! Bilgiyi ve teknolojiyi kullanarak üretimin yapılamadığı yerlerde de yapmaya çalışmak ve üretimi artırmak da temel çözümlerden biridir. Diğer yandan insanların neyi nasıl tüketmeleri gerektiğinin farkında olmaları da çözümün bir diğer basamağıdır. Aşırı tüketim ve israfın olduğu yerde üretimin artması bir sonuç vermeyecektir. Beslenme biliminin temel prensipleri doğrultusunda bireysel olarak yeterli ve dengeli beslenmeyi öğrenmemiz dünyanın ağırlık merkezini olması gereken haline getirebilir.