Diyabet metabolizmasının anlaşılabilmesi için, ilk olarak pankreas-insülin ilişkisi ve işlevlerinin anlaşılması, aynı zamanda bazı temel kavramların bilinmesi gerekir. Diyabet metabolizması ile ilgili bazı kavramlar şunlardır: Glikoz, pankreas, insülin, glukagon, kan şekeri.

Glikoz, vücudumuz için temel enerji kaynağı diyabet metabolizması için kilit noktadır. Çoğunlukla karbonhidrat kaynağı olan meyve, sebze, kurubaklagil veya tahıl grubundan besinlerin tüketimi ile vücuda alınan bir şeker türüdür. Gıdalarla alınabileceği gibi vücudun açlık durumunda yağ asitleri ve aminoasitler gibi öncü maddelerden de glikoz üretilebilir. Yağ asitleri en basit anlatım ile yağların yapıtaşlarıdır, yağ asitlerinin parçalanmasıyla da keton cisimcikleri oluşur. Aminoasitler ise doku ve organlarımızı oluşturan proteinlerin yapıtaşlarıdır. İhtiyaç halinde, vücudumuzda başta karaciğerde olmak üzere, bu yapıtaşların birtakım tepkimeleri sonucu glikoz üretilebilir. Beyin ve sinir sistemi hücreleri dahil, vücudun enerji metabolizmasında glikoza ihtiyaç duyulur. 

Sağlıklı kişilerde olması gereken açlık kan glikoz değeri 70-100 mg/dl, tokluk kan glikoz değeri ise 140 mg/dl’nin altı olarak kabul edilir. Vücudun işleyişini sürdürebilmesi için glikoz değerleri kabul edilen sınırlar dahilinde olmalıdır. Aksi takdirde, glikoz miktarının düşmesi veya yükselmesi durumunda ciddi sağlık sorunları görülebilir.  

Pankreas, ürettiği salgılar ve hormonlar ile sindirim sistemi ve kandaki glikoz dengesinin düzenlenmesinde önemli rollere sahip bir organdır. Yaklaşık 100 gr ağırlığında ve 15 cm uzunluğundadır. Pankreasın yaklaşık 1-1.5 gramı Langerhans adacık hücrelerinden oluşur. Diyabet metabolizması için anahtar organdır.

Langerhans adacıklarının alfa hücreleri tarafından glukagon hormonu üretilir. Glukagon hormonunun temel görevi, dokulardaki glikozun kana salınımı uyarısını vererek glikozun kanda belirli bir düzeyin altına inmesini önlemek, insülinin etkilerini dengelemektir. Bu adacıkların beta hücreleri tarafından ise insülin hormonu üretilir. İnsülin hormonunun temel görevi, kandaki glikozun dokulara giriş uyarısını vererek kan glikoz düzeyini dengelemektir. İnsan pankreası, bazal (gıda alımı olmaksızın üretilen) ve uyarılmış (gıda alımına beta hücresinin yanıtı) olmak üzere 2 farklı şekilde ortalama 40-50 ünite/gün insülin üretir. Anormal bir durum olmadığı takdirde, vücutta insülin düzeyi hiçbir zaman sıfırlanmaz ve bazal insülin düzeyinde her zaman mevcut olarak bulunur. İnsülin ve glukagon hormanları diyabet metabolizması düzenleyicileridir.

pankreas ve çevresindeki kan damarları
Pankreas hem sindirim hormonlarını hem de kan şekerini düzenleyen hormonları salgılayan bir salgı organıdır.

İnsülinin Etkileri

İnsülin:

Karaciğerde; glikozun depo edilmesini sağlar, yağ hücrelerinin yapımını uyarır, glikoz üretimini baskılar.

İskelet kasında; glikozun kas hücrelerine girişini uyarır, glikozun depo edilmesini sağlar, protein yapımını uyarır, yağ asitlerinin yıkımını önler.

Yağ dokusunda; glikozun yağ dokusuna girişini uyarır, yağ hücrelerinin yapımını uyarır, yağların yıkımını engeller.

Karbonhidrat metabolizmasınaProtein metabolizmasınaYağ metabolizmasına
Glikozun hücre içine girmesini sağlar. Glikozun parçalanmasında görevli Glikokinaz enziminin, yapımında etkilidir.Glikozun depo formu olan glikojene dönüşümünde görevli Glikojen transferaz enziminin, etkinliğini arttırır.Aminoasitlerin hücre içine girmesini sağlar.Yağların yıkımını önler.Yağ hücrelerinin yapımında görevli Lipoprotein lipaz enziminin, yapımını arttırır.

Diyabet (Diabetes Mellitus) insülin yokluğu ya da etkisinin yetersizliği ile ortaya çıkan, karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasını etkileyen, vücudun diğer doku ve organlarını üzerinde olumsuz etkileri olan, ilerleyici ve kronik bir hastalıktır.

Diyabet (Diabetes Mellitus (DM)) genel hatlarıyla dört sınıfa ayrılmıştır.

  1. Tip1 DM: Otoimmün, idyopatik
    LADA diyabet (latent otoimmün diyabet) genellikle erişkinlerde görülen
    yavaş/hafif başlangıçlı Tip1 DM                  

2. Tip2 DM: İnsülin direnci ve ilerleyici sekresyon defekti

3. Gestasyonel DM

4. Diğer spesifik DM tipleri: Monogenik diyabetik sendromları (MODY, neonatal diyabet, vd.)
Egzokrin pankreas hastalıkları (kistik fibroz, pankreatit vb.)
İlaç veya kimyasal maddelerle indüklenen diyabet
Enfeksiyonlar, organ transplantasyonu, endokrinopatilerde ortaya çıkan diyabet                                                                             

Diyabet Metabolizması ve İnsülin Direnci

Pankreasın beta hücreleri tarafından üretilen insülinin; kas, yağ ve karaciğer hücreleri tarafından yeterince tutulamaması durumudur. İnsülinin glikozu hücre içerisine iletme etkisi azalmış veya kaybolmuştur. İnsülin tarafından karaciğerde baskılanamayan glikoz üretimi sonucu, sürekli artan karaciğer kaynaklı glikoz sebebiyle bazal glikoz düzeyinde artış görülür. 

İnsülin direnci olan kişiler erken tanı almış tip 2 diyabet adayı denebilecek bireylerdir. Karaciğerde depolanan ve besinlerden elde edilen glikoz kana salındığında pankreas tarafından salgılanan insülin hormonu etkisi ile hücre içine girerek enerji metabolizmasında kullanılır. Kan yoluyla taşınan glikoz hücre içine giremez ve enerji için kullanılamaz ise kanda seyretmeye devam eder. Bununla beraber hiperglisemi görülür. Açlık kan şekeri düzeyi 100 mg/dl’nin veya tokluk kan şekeri 140 mg/dl.’nin üzerinde seyretmesi hiperglisemi olarak adlandırılır. Kontrol altına alınamayan hiperglisemi önce prediyabete daha sonrasında tip 2 diyabete sebep olmaktadır. Bundan dolayı insülin direncinin, erken tanı ve tedavisi oldukça önemlidir.

Prediyabet, tokluk kan şekerinin 140-200 mg/dl arasında olması yani bozulmuş glikoz toleransı (IGT) veya açlık kan şekerinin 100-125 mg/dl arasında olması yani bozulmuş açlık glikozu (IFG) olarak tanımlanır. Prediyabet olan kişilerde sadece IGT veya sadece IFG görülebilir. Aynı zamanda her ikisi de aynı anda görülebilir. Bu dönemde ağırlık kontrolü ve sağlıklı bir beslenme düzeni ile diyabet kontrolü sağlanabilir.

Tip 1 Diyabet 

İnsanın kendi pankreasının beta hücrelerini tehdit olarak algılayıp yok etmesi ile beta hücrelerinin zarar görmesine bağlı olarak gelişen ve mutlak insülin eksikliği ile devam eden diyabet türüdür. Daha çok çocukluk çağında başlar. Erişkinlikte görülen ve çoğunlukla tanı olarak tip 2 diyabet ile karıştırılan, geç başlangıçlı otoimmün diyabet olan latent otoimmün diyabet (LADA) de tip 1 diyabetin bir türüdür. Tip 1 diyabet tedavisinde, dışarıdan insülin alınması gerektiğinden ötürü insüline bağımlı diyabet olarak da isimlendirilir.

Tip 1 Diyabet Nasıl Meydana Gelir?

Kesin nedeni bilinmemekle birlikte beta hücrelerinin tahribatının genetik, kişinin bağışıklık sistemi ve çevresel etkenlere bağlı olduğu bilinmektedir. Viral etkenler ve tüketim yanlışlıklarının (anne sütü yerine inek sütü kullanımı, 6 aylıktan önce gluten tüketimi vb.) gelişimde etkili olduğu düşünülmekte fakat güçlü kanıtları bulunmamaktadır. 

Genetik yatkınlığı bulunan bireylerin bazı çevresel faktörlerin tetiklemesi ile pankreasın Langerhans adacık hücrelerinde inflamatuar bir yanıt oluşur. İnflamatuar yanıt sonucu, beta hücrelerine karşı yıkım gerçekleşir. Bunun sonucunda da beta hücrelerinden insülin üretilemez ve tip 1 diyabet meydana gelir.

Tip 2 Diyabet

İlerleyen bozuk glikoz dengesi ve insülin direnci ile gelişen bir diyabet türüdür. İnsülin salgılanır fakat ya etkisiz ya da miktar olarak yetersizdir. 

Tip 2 Diyabet Nasıl Meydana Gelir?

Tip 2 diyabet oluşumu süreç içerisinde gelişir. İlk olarak insülin direnci gözlemlenir, sonrasında prediyabet gelişir, en son olarak tip 2 diyabet meydana gelir.

Başlangıçta insülin salınımı yüksektir fakat insülin direnci gözlemlenir. Süreçle birlikte insülin salınımında azalma görülür. İnsülin direnci sonucunda beta hücrelerinden salınan insülin miktarı azalır. İskelet kasına glikoz girişi azalır. Yağ dokusundaki yıkım artar. Besin alımıyla birlikte bağırsaklardan salgılanan glukagon benzeri peptit (GLP-1) hormonu iştahı baskılayamaz hale gelir. GLP-1, karaciğerden glikoz üretimini ve kan glikozunu arttırma görevi olan glukagon hormonunu baskılayamaz ve karaciğerde glikoz üretiminde artış olur. Tip 2 diyabetin temelinde beslenme hataları yer almaktadır. Genetik yatkınlık, obezite, beslenme alışkanlıkları ve fiziksel aktivite düzeyiyle birlikte gelişen insülin direnci ve hiperglisemiye bağlı olarak meydana gelir.

Gestasyonel Diyabet

Gebelik öncesinde karbonhidrat metabolizmasında bozukluk ya da diyabet tanısı olmayan kadında, gebelik sırasında ortaya çıkan diyabettir. Sadece bu süreçteki diyabet metabolizması bozukluğundan kaynaklanır. Genellikle gebelik sonrasında düzelir.

Gestasyonel Diyabet Nasıl Meydana Gelir?

Sağlıklı bir gebelikte ilk 3 aylık dönem olan 1.trimesterda, annenin kanlanma artışı ve bebeğin glikoz tüketimi sebebiyle açlıkta hafif hipoglisemi gözlenir. Kan glikozunun 50 mg/dl nin altına düşmesi hipoglisemi olarak adlandırılır. Kişilerin hassasiyet seviyelerine göre 60 mg/dl nin altında da yaşanabilir. Hafif hipoglisemi; konsantrasyon güçlüğü baş dönmesi, açlık hissi, terleme, bulanık görme gibi semptomlarla karakterizedir.

Sonraki 3 aylık dönemi içeren 2. trimesterda ise, açlık ve tokluk glikozu artış gösterir. Bu artış, bebeğe glikozun kolay aktarımını sağlar. 

Son 3 aylık dönem olan 3. trimestarda, plasental hormonların etkisiyle insülin direnci gelişebilir. Gebelik boyunca salgılanan insan koriyonik somatomammotropin (HCS) hormonu, insülin salgılanmasında artışa sebep olur. Anne ve bebek kaynaklı faktörlerin etkileri birleşerek insülin salgılanmasında azalmaya ve insülin direncine sebep olur.

Annenin insülin salgılanışı, insülin direnci geliştiğinde ihtiyacı karşılayamayacak düzeyde ise gebeliğin 24-28. haftasında gestasyonel diyabet gelişir.

Her gebelikte görülmemesinin nedeni, anne adayının gebelik öncesi ve sırasındaki vücut ağırlığı, beslenme tarzı ve aktivite düzeyi ile yakından ilişkilidir. Gebenin genetik yatkınlığı, gebelik yaşı, aile öyküsü ve ek olarak hastalıkları da gestasyonel diyabetin gelişmesinde rol oynar.

Sağlıklı ve Diyabetli Kişiler Arasında Glikozun Seyrindeki Farklılıklar ve Etkileri

Sağlıklı kişilerde gıdalardan alınan glikoz enerji gereksinimi olan doku ve hücrelerce oksijenli veya oksijensiz olarak parçalanarak enerji metabolizmasında kullanılır. Glikozun dokular arası taşınması kan ile gerçekleşir. Sağlıklı kişilerin dolaşımında glikozun kandaki miktarı dengede tutularak herhangi bir anormal durum olmadan seyrine devam eder. Fakat diyabetli bireylerde glikozun kan ile dokulara ve hücrelere taşınmasında bozukluklar vardır. İnsülin kandaki glikozun hücre içine iletilmesinde etkisiz kaldığı için hücrelere ulaşamayan glikoz kanda kalmaya devam eder. Hücrelerin glikoza ulaşamaması sonucu başta karaciğer tarafından olmak üzere glikozun yeterli miktarda olmadığı anlamı çıkarılır, yağ asitleri veya aminoasitler glikoz öncü olarak kullanılarak glikoz sentezlenir. Bu durum sonucunda kandaki glikoz miktarı dengede tutulamaz ve hiperglisemi görülür. Başta dolaşım bozukları olmak üzere vücutta birçok rahatsızlığa zemin hazırlanır.

Diyabet Metabolizması İçerisinde Gelişebilecek Metabolik Komplikasyonlar

İnsülin hormonu eksikliğinde vücutta glikoz üretimi ve yağ yıkımı artar. Sonuç olarak hiperglisemi gelişebilir ve yağ asitlerinin parçalanmasıyla keton cisimcikleri oluşabilir. Bunun sonucunda kişi ketoasidoza girebilir. Ketoasidoz kanda keton cisimciklerinin artması durumudur. Bu durum, hücre içi potasyum, sodyum ve fosfor kaybına neden olabilir. Asidasyon sebebiyle solunum sayısı ve derinliği artabilir. 

Sağlıklı bireylerde idrar ile glikoz atımı beklenmez, fakat kan şekeri 180 mg/dl’yi aştığında idrarla glikoz atımı olur. Kan glikozunun aşırı yükselmesi sonucu böbreklerde geri emilim kapasitesi aşılır ve basınç artar, suyun geri emilimi azalır. Sonuç olarak osmotik diürez ve poliüri meydana gelir. Poliüri yani sık idrara çıkma kontrol altına alınmaz ise hücrelerin susuz kalması durumu yani dehidrasyon gelişir. Bireyler glikozu enerji kaynağı olarak kullanamadıklarından dolayı, yağ ve kas proteinleri yıkılır, hastanın tüketimi artar fakat buna rağmen ihtiyacı karşılanamayabilir ve halsizlik gözlemlenebilir. Birçok komplikasyonu içerisinde bulundurabileceği için son derece önemli ve dikkat edilmesi gereken bir hastalıktır.

Kaynak